geçen gün
sen eyşan'ı geri istiyorsun başlığını açarken kendisinden iki adet alıntı yaptım. o zaman fark ettim ki adına bu başlık olmaması gerektiği kadar boş. bilmiyorum ya. içime sinmedi bu durum. burayı biraz doldurmak istiyorum. tek seferde değil, bir süreç boyunca buraya uğrama isteği var içimde.
şu an yazacağım şey akif;
(#2068471) ya da aliya'da;
(#2295734) olduğu gibi olmayacak muhtemelen. çünkü onları daha çok fikirsel olarak ele almıştım. bu abimizde ise onu istesem de yapamam. içim akıyor benim bu adamın ruhuna. feyzleriyle, ibretleriyle çok değerli bir şahsiyet olduğu kanaatindeyim. çok acıklı bir hayatı olmasına rağmen neden bu kadar underrated olduğunu çözemiyorum. zira öylelerinin geç de olsa popüler olmak gibi bir durumu var. oğuz atay ya da kafka buna örnektir mesela.
pavese'nin dönemsel, duygusal ve fikirsel olarak insanlığa sunduğu çok şey var. en azından benim için. bazı insanlar doğuştan hikmet sahibidir, bunu sergilemeleri gerekmez. bazen o kişiyle bir defa muhatap olmanız bile yeterlidir bunu anlamanız için; o kişide farklı bir şeyler vardır... akli melekelerini sıradan bir insana göre çok başka seviyelerde kullanır. düşünüşü, değerlendirişi, ifade edişi, yargılayışı, yerişi... fazla kendine hastır. çevresinde
karizmatik etki oluşturur. tarihe geçmeye adaydır;
(#4182157)
pavese'de sanatçı ruhunun, kıdemli entelektüelliğinin, onu o yapan her şeyin; onu son derece vasat şeylere maruz bırakması, onu kendisine yaraşmayan şartlarla kafa kaya tokuşturması beni çok etkiliyor. doğumundan ölümüne trajik bir şeyin içine hapsolmuş adam. ailesiz geçen çocukluk, kadınlar, ihanetler, kayıplar, savaş...
hayatı kısaca şu şekilde;
gorsel
ne kadar kabataslak ama değil mi? hiç bahsetmiyor henüz çocukken nasıl ailesiz kaldığından. ergenlik yıllarında en yakın arkadaşının ettiği intihardan. 1908 - 1950 arasında geçen ömrüyle her iki dünya savaşına, büyük buhran'a ve hepsinin etkilerine katlanmak zorunda olduğundan. onu en çok yaralayan şeyin kadınlar olmasından. intiharı düşünmediği bir gününün olmamasından. idol bellediği insanın intihar etmesinden. çok prestijli bir edebiyat ödülünü aldıktan yaklaşık 2 ay sonra bir otel odasında intihar etmesinden...
intiharı özelinde aç parantez, şöyle diyor
yaşama uğraşı kitabında; "asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil -bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostla, bir kadınla mutlu bir ilişki sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. başarısızlığın en acısı budur."
şimdi zahmet olmazsa bir üstteki paragrafı bir daha okuyun. bu adam kadınların ona ihanetleri yüzünden bir yuva kuramadı. bu adam en yakın arkadaşı intihar ettiği için bir dostla mutlu bir ilişki sürdüremedi. bu adam bir kadınla mutlu olamadı. bu adam ekmek parası kazanamadı, zira intiharını bile bir otel odasında etti. bu adam kendine göre en acınası şekilde başarısızdı...
gerçekten de öyledir. büyük bir şeyi başardığınızda onun büyüklüğünü kimseye söylemeniz gerekmez. herkes sizin adınıza sizin başarınızı dile getirir. mesele büyük şeylerden çok, küçük ve x'in bile başardığı şeyleri başarmakta. onu yapamadığın zaman içindeki kemirgenler harekete geçer, seni hayattan önce yerler. böyle zamanlarda insan ölmeye daha erken başlar.
az evvel bahsini ettiğim kitabı (yaşama uğraşı) okumaya başlamamın iki sebebi var;
birincisi ben bu adamın şiirlerini biliyor ve seviyordum. "ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak" şiirini yazmış bir adamın 1935-1950 arasındaki günlüklerini okumak elbette ki çok cazip.
ikinci olarak da insan ister istemez merak ediyor. bu adam italyan. gayet entelektüel. günlükleri ise 1935-1950 arası... acaba dedim o dönemin (2. dünya savaşı) etkileri böyle bir adamda nasıl vuku bulmuş? onu gözlemlemek için bu yola başvurdum. iyi ki de daha yakından tanımak istemişim. empati yaptıkça dediği çoğu şeye hak veriyorum mesela. kendi tabiriyle 1930-34 arası bildiğin kadın düşmanı olmuş. ama adamı dinleyince anlıyorsun, boşuna değilmiş o tavrı. isteyen feyz, isteyen ibret alsın. kayda değer bir bakış açısı var o konularda.
kitabının çoğu sefer şiirden, imgeleri kullanma şeklinden, ahenk/mana anlayışından bahsediyor. bu benim gibileri için bulunmaz nimettir. ilgisi olmayan için sıkıcı gelebilir. ki zaten çoğu şey böyledir. felsefe hakkında konuşanlar için "kız düşürmek için öyleler ağbii..." diyenler var ya mesela, ulan ortalama bir kız o kafa siken o konularla yüzleşse murat dalkılıç'ın bir hayli klibindeki gibi ilk fırsatta kaçar o ortamdan. ne kızı, felsefe ile ne düşürmesi allasen? ortaya bir iddia atıyorsunuz elle tutulur yanı yok.
her neyse. ne diyordum. ben ara sıra uğramak istiyorum bu başlığa. bugün de siftahı yapayım dedim. 10 nisan 1936'da kendisi hakkında şunları diyen bir adamın günlüğünden pasajlar aktaracağım buraya; "en beylik, en umutsuz anlamıyla bir enayiyim ben. nasıl yaşayacağını bilmeyen, ahlaki olgunluğa ulaşmamış, kendini bir şey sanan, intihar düşüncesinden bir şeyler uman ama bunu gerçekleştiremeyen bir adam."
.
---
spoiler ---
22 nisan 1936
.
işin doğrusu bugüne değin dünyayla ilgili hiçbir şey ruhuma işlemiş, bünyesel, beden ötesi gerçekliğimin yapısını bir röntgen filmindeki gibi gözlerimin önüne sermiş değil. alttaki boz renkli ve soysuz iskelete de henüz ulaşmış değilim.
renklerden, kokulardan, insanı okşayan hareketlerden tat aldım, bunların mutluluğumu, hayal gücümü ve sağlığımı beslediğini gördüm. insanların dostlarıyla şakalaştıkları gibi şakalaştım, kendi başıma eğlenebildim.
kelimelerim gerçekten düşünceleri değil, sadece duyumları dile getirdi. dramatik olaylar değil, tablolar çizdim. bir konu -sözgelimi bir yüz- seçip bunu kendi benliğime göre değiştirinceye kadar üzerinde durdum. dünyayı şiddet ya da zevk eylemlerinden meydana gelen bayağı bir sergi durumuna indirgedim. o sayfalarda hayatın kendisi değil, sahnelenişi var. her şeye yeniden başlamam gerek.
---
spoiler ---
t: trajik şekilde var olmamak için hayatından ve sanatından "zevk düşkünlüğünü" atan adam.
to be continued...